İstanbul sözleşmesi Batıya öykünmek için normlar çoğalmasının yansımasının bir tezahürüdür. Ne de olsa kâğıt üzerinde kalacaktı ve biz bu kâğıt üzerinden AB fonlarından faydalanacaktık. Maalesef bu böyle olmadı. Geçmişte Batı ile neye imza attıysak bugün gelip başımıza bela oldu. Son günlerde çok konuşulan Sevr gibi, Lozan gibi…
Evet, bu antlaşmalar vatan bütünlüğünün parçalanmasına dönük stratejik planlardı ve bu planlar üzerinden ülkemize ölümü gösterip sıtmaya razı etmenin birçok defa yansımalarını gördük… İstanbul sözleşmesinin uzun vadede bu anlaşmaların yaratacağı sıkıntılı süreçlerden bir farkı yoktur. Ve toplumsal yozlaşmanın uzun vadeli stratejik planı olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye’de sürekli gündemde tutularak pratik hayata referans olarak kabul edilen bir anomi ve düzensizlikler yaratımının ana aktörü haline getirilmiştir. Ahlaki ve cinsi belirsizliğin yaygınlaşması ile ortaya çıkacak olan kaotik ortamda şiddeti daha da körükleyeceği aşikârdır.
Özellikle doğu illerinde AB fonlarından destek alan derneklerin konularına baktığımızda genelde cinsiyet belirsizlikleri, bireyselleşme ve insan fiziğinin bölümlendirilerek bir meta haline getirilmesine dönük sinsi planların olduğu çok açık bir şekilde görülecektir. İstanbul sözleşmesine gökten indirilen bir mesajmış gibi kutsiyet atfeden Müslüman görünümlü, feminen fikirli şahsiyetlerin tez zamanda bu uykudan uyanması gerekmektedir. Sonuç olarak bir anlam yitimi bir kimlik krizine doğru yol alıyoruz…
Akıbet hayrola, şerler def ola, Hak yerini bula…